(Daha önce www.motosiklet.net sitesinde yayınladığım bu gezi yazısını sizlerlede paylaşmak istedim. Umarım www.kigider.com sitesi ziyaretçileride beğenir.)Başdeğirmen'den ayrılıp sahili takip ederek Altınoluk'a geldik. Kahvaltı faslı ve sahilde çay faslından sonra belediyeye çıkıp broşürlerimizi aldıktan sonra güzergah belirledik. Bundan 14 yıl önce geldiğim küçük kasaba ile şimdiki Altınoluk arasında ciddi bir beton yoğunluğu farkı vardı. İlk olarak tavsiyeler uyup Manastırhan'ı görelim dedik. Manastırhan eski bir yapının restore edilip otel olarak işletildiği zeytinlikler içinde şirin bir yer. Ama aynı şirinlik işletme için geçerli değil. Binanın dışından bile fotoğraf çekmemize izin vermeyen ve üslubu hiç turizm işletmecisine yakışmayan, hatta neredeyse dışarıda yolda olduğumuz halde bizi kovmaktan beter eden yetkili bayanı kınıyoruz. Bu zihniyetle turizm olmayacağını bilip sadece tesise bakarak insanların tercih kullanmayacağını öğrenemezse o emeğe yazık olur.
Bir sonraki durağımız Pınarbaşı fakat Pınarbaşı'na varmadan yolda Patlakçınar Ağlayan Şelale Piknik Alanı'nı gördük. Gezip görelim dedik. Çok fazla beklentimiz yoktu ama içeri girince karşımıza çıkan şey adeta cennetten bir köşeydi.
Vadi içine indikçe büyüleniyoruz.
Yerin işletmecisi Süleyman Bey hakikaten amatör bir ruh ve zevkle yerinden bahsetti. Hatta ziyaretçilerden birinin Patlakçınar'la ilgili yazdığı türküyüde bize seslendirirken tesisine duyduğu sevgi dana net anlaşılıyordu.
Piknik alanında çadır kurulabiliyor. Eğer çadırınız yoksa size çadır veriliyor. Yemek konusundada hizmet veriliyor. Hakikaten hoş temiz havalı huzur veen bir ortam kamp yapmak için ideal.
Yola devam edip Pınarbaşı'na geldik.
İçinde alabalık üretim tesiside bulunan yer görülmeye değer güzellikte.
Pınarbaşından ayrılıp Akçay'a doğru yolumuza devam ettik.Kazdağı'nın Efsana kızı Sarıkız'ın heykeli Akçay Limanı'nı süslüyordu.
Sarıkız Efsanesi: Edremit’in Güre Köyü’nde yaşayan Sarıkız çok güzel, güzel olduğunca da iyi yürekli, yardımsever bir kızdır. Bu özellikleri nedeniyle çekemeyenleri de çoktur. Yaşantısı çeşitli söylentilere yol açar.
Çıkarılan söylentiler babayı çok üzer, ama elinden bir şey gelmez. Sarıkız’ın önünde beş-on kaz katarak dağa bırakır. Orada yaşamını sürdürebilmesi iyi bir insan olduğunu kanıtlayacaktır. Sarıkız sessizce katlanır. Bir gün babası onu görmeye gelir. Dağa tırmanırken yorulur ve kızından su ister. Sarıkız’ın dağın tepesinden elini uzatarak körfezden tasını doldurup, kendisine uzatmasıyla adamcağız şaşkına döner. Kızının erdiğini anlar, öneünde namaz kılar. Ancak sırrının anlaşılması ile Sarıkız oracıkta ölür. Baba çok üzülür, oralardan gitmek üzere uzaklaşır. O da bir tepede can verir. Kaz Dağı adının bu söylenceden geldiği öne sürülmektedir. Dağın en yüksek doruğu “Sarıkız Tepesi”, babasının öldüğü yer de “Baba Dağı” olarak anılmaktadır
Akçay Limanı ve sahil boyu.
Bir sonraki durağımız Sütüven Şelalesi ve Hasanboğuldu. Kazdağı'nın bir başka efsanesine evsahipliği yapan bir cennet köşeside burası.
Hasanboğuldu Efsanesi (Sebahattin Ali'nin kaleminden) : Bugün olduğu gibi 1800’lü yılların sonlarında da Edremit pazarı Çarşamba günleri kurulurdu. Yörenin tüm köylüleri Çarşamba günleri Edremit’e gelir malını satar, ihtiyacını alırdı. Kazdağı’nın 1500 m. yüksekliğinde, Sarıkız zirvesinin eteğinde kıl çadırlardan kurulu yüksek obanın güzel kızı Emine de böyle bir Çarşamba günü Edremit pazarına iner ve Zeytinli Köyü’nün yakışıklı delikanlısı Hasan ile gözgöze gelir. Sevdalanan iki genç her Çarşamba günü buluşurlar. Emine, beş saatlik yoldan getirdiği sütü, peyniri, balı Hasan’a verir, bahçıvan olan Hasan’dan ihtiyacı olan sebzeyi alırdı. Pazar dönüşü birlikte Zeytinli Köyü’ne kadar yürürler, Emine oradan ayrılır ve daha dört saat sürecek olan zahmetli dağ yolundan obasına dönerdi.
Gençler evlenmeye karar verirler. Hasan’ın içgüveysi olarak obaya gitmesi söz konusudur. Onu babasız büyüten annesi oğlunun mutluluğu uğruna yalnız kalmaya razıdır. Emine’nin ailesi ise bu evliliğe karşı çıkar. Oba yörük obasıdır Emine de yörük kızı. Aile, Hasan’ın zor doğa şartlarına dayanayıp dayanamayacağını sınamaya karar verir. Sınav başarılı olursa Emine’yi istemiş olan obanın gençleri de yiğitlik gösteren Hasan’ı kabulleneceklerdir. Hasan annesi ile helalleşir, anlaşma gereği 40 okka (yaklaşık 60 kilo) tuz dolu çuvalı sırtlanır ve Emine ile obaya doğru yola çıkarlar. Önlerinde dört saatlik zorlu bir dağ yolu vardır. Bir saat sonra Beyoba Köyü’ne varırlar. Tuz Hasan’ın sırtını yakmaya başlar. İkinci saatte Sutüven şelalesine ulaşmışlardır. Yol dere içinde kaybolmuş, taştan taşa atlamak Hasan’ı yormuş, dizleri titremeye başlamıştır. Gökbüvet’e geldiklerinde Hasan’ın gücü biter ve yere düşer. Emine çaresizlik içinde Hasan’ı yüreklendirmeye çalışır, ancak Hasan ayağa kalkamaz. Emine’ye yalvarır, başka yerlere kaçmayı teklif eder. Emine ise katıdır, ailesine ve obasına söz vermiştir. Hasan’ın yakarışlarına yanıt vermez ve çuvalı sırtlayarak obanın yolunu tutar. Hasan ise ardından “beni bırakma, senin köyüne gelemiyorum, köyüme de dönemem” diye acı acı haykırır. Emine derenin uğultusuna karşın Hasan’ın umutsuz çığlıklarını hep duyar. Obaya vardığında çok pişman olur ve geri dönmek ister. Ancak ailesi gece vakti onu ormana bırakmaz.
Sabahın ilk ışıkları ile Emine, doğru Gökbüvet’e koşar ama Hasan yoktur. Annesine gider, Edremit’e koşar ancak kimse Hasan’ı görmemiştir. Bir daha obasına dönmeyen Emine kulaklarında Hasan’ın onu çağıran sesiyle dere boyunca mecnun gibi dolaşır durur. Günler sonra Hasan’a hediye ettiği çevreyi Gökbüvet’in çılgın suları içinde farkeder. “Yanına geliyorum Hasan” diyerek bu çevre ile kendini ulu çınara asar. O gün bugün Gökbüvet’in adı Hasanboğuldu, dallarını büvetin suları içine sallandıran çınarın adı da Emine Çınarı olur.
Artık gezimizin sonuna geldik ve Balıkesir Bandırma güzergahı ile İstanbul'a gelmek için için feribota geldik. Burada bir başka motor gezgini Eralp ve XL200 ile tanıştık. Gece yarısı Yenikapı ve eve dönüş.
Yeni geziler ve yeni memleket köşeleriyle tekrar birlikte olmak dileğiyle